23 Mayıs 2016 Pazartesi

Giriş

Giriş

Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.”(Araf Suresi, 139)
Öyle bir din düşünün ki kurucusu bir bilim adamı, kitabı sözde bilimsellik mesajıyla yola çıkan bir araştırma kitabı, taraftarları ise kendilerini bilim adamı sıfatıyla tanıtan insanlar olsun. Bu aynı zamanda öyle bir din olsun ki gelmiş geçmiş tüm uygarlıklarda, fikir akımlarında ve ideolojilerde kendine bir yer edinsin, takipçilerinin sayıları ise yüz milyonlarla ölçülsün. Tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji, biyoloji kısacası tüm bilim dalları için temel bir düşünce şekli, "doğruları aydınlatan bir ışık" olarak sunulsun.
Genel hatlarını çizdiğimiz bu batıl dini aslında hepiniz çok yakından tanıyorsunuz. Bu dinle günlük hayatınızda karşılaşıyor, gazetelerde bu dinin propagandasını okuyor, televizyonlarda da yine bu dinin telkinlerini izliyorsunuz. Bu din hayatınızın her anına girmiş, adeta bir parçası olmuş. Hatta belki de bazılarınız -bilerek ya da bilmeyerek- bu dinin birer tabisi haline gelmişsiniz. İşte bu sapkın din,  "Darwinizm Dini"dir.
Yukarıdaki açıklamaları okuduktan sonra kendinize bazı sorular sormuş, "Darwinizm bir din değil, bilimsel bir teoridir!" diye düşünmüş olabilirsiniz. Dünya üzerinde pek çok insan da bu şekilde düşünmektedir. Bazı insanlar evrim teorisinin ispatlanmış bilimsel bir gerçek olduğunu zanneder, dünya üzerindeki etkisinin altında da bu sözde "bilimselliğin" yattığına inanır. Bu düşünüş şekli birbirini takip eden bir dizi yanılgı üzerine kurulmuştur. Bu kitabı yazmamızdaki amaç da bu yanılgıları ortaya koymak, bilimsellik görüntüsünün hayali bir etkiden öteye gidemediğini yanılgıya düşen insanlara göstermektir. Çünkü evrim teorisi; kurucusuyla, sözde kutsal kitabıyla, takipçileriyle, canlılığın oluşumuna getirdiği sözde cevaplarla, putlarıyla, inançlarıyla, farklı açıklamalara, eleştirilere ve bilimsel gelişmelere kapalı yapısıyla Allah'ın varlığını inkar eden pagan (putperest) bir dindir. 
Darwinizm'in Allah'ın varlığını inkar üzerine kurulu, putperest bir din olduğu gerçeği artık pek çok kişi tarafından yüksek sesle dile getirilmekte, yazılarda, makalelerde ve kitaplarda –hatta çoğu zaman bizzat bu dinin tabileri tarafından- belgeleriyle ortaya konmaktadır. Bu nedenle de kitap boyunca okuduklarınız karşısında belki siz de çok şaşıracak, Darwinizm'in ne kadar kapsamlı, girift ve yaygın bir din olduğunu öğrendiğinizde, bunca yıldır nasıl olup da bu apaçık gerçeği fark edemediğinizi kendi kendinize soracaksınız.
Darwinizm batıl bir dindir, hatta dünyanın en büyük ve en yaygın dinlerinden biridir. Bu batıl din türlü propaganda yöntemleri, taktikler, sahtekarlıklar ve göz boyamalarla insanlara çok şiddetli bir şekilde telkin edilmekte, yüzyıllardır da taraftarlarının sayısını büyük bir hızla artırmaktadır. İnsanlar bilerek ya da bilmeyerek bu batıl dine tabi olmakta, bir süre sonra da şiddetli birer Darwinist haline gelmektedirler.
Fakat Allah'ı inkar eden bu pagan dinin karşısında duramadığı gerçekler, bilimsel alanda yaşanan gelişmelerle sürekli ortaya konmakta ve insanlar her gelişmeyle birlikte, yaratılış gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya kalmaktadırlar. İlk canlının nasıl oluştuğu, canlılardaki kusursuz yaratılış delilleri, canlı varlıklardaki kompleks yapı, türlerdeki çeşitlilik ve daha pek çok soru karşısında Darwinizm dini sürekli gücünü yitirmekte, her geçen gün hayat damarlarından birini daha kaybetmektedir. Çünkü körü körüne bir inanç üzerine kurulu olan bu din, moleküler biyolojide, genetikte, paleontolojide, biyomatematikte yaşanan gelişmeler karşısında çaresiz kalmaktadır. Bu bilim dalları tarafından ortaya konan sayısız bulgu, evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini çok açık ve kesin olarak göstermektedir.
Martılar
Bilimsel gelişmelerle tekrar tekrar gözler önüne serilen tek gerçek "Yaratılış Gerçeği"dir.  İnsan sadece çıplak gözle dahi etrafındaki canlıları incelese olağanüstü bir aklın, planın ve yaratılmışlığın delillerini görecektir. Bir mikroskobik deniz canlısında, tek bir atomda, hücrede ya da herhangi bir canlı organizmasında insanoğlunu şaşkınlığa düşürecek kadar kusursuz bir yapı görülmektedir. Doğanın her yanına hakim olan bu büyük akıl, kusursuz düzen sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'a aittir.

AKILLI TASARIM yani YARATILIŞ

Kitapta zaman zaman karşınıza Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği vurgulamak için kullandığımız "tasarım" kelimesi çıkacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullanıldığının doğru anlaşılması çok önemli.   Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmış olması, Rabbimiz'in önce plan yaptığı daha sonra yarattığı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Martılar

Darwinizm Batıl Bir Dindir

Darwinizm Batıl Bir Dindir

“Birtakım değişikliklere uğramış, ancak özde hala aynı özellikleri taşıyan Darwin teorisi, kendisine ilahi bir şevkle inanan taraftarlarının tebliğ ettiği bir din haline gelmiştir ve teoriye şüphe ile bakanların bilimselliğe yeterli inancı olmayan kafası karışık kişiler olduğunu düşünmektedirler.”(Margorie Grene)Margorie Grene, Encounter, (Nov. 1959), s. 48-50.
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi evrim teorisinin geçersizliği bilim çevreleri tarafından yıllardır ortaya konmaktadır. Ortaya atıldığı günden itibaren bilim alanında yaşanan pek çok gelişme bu teorinin iddialarını birer birer geçersiz kılmıştır. Elektron mikroskobunun bulunması, genetik kanunlarının ve ardından DNA'nın keşfedilmesi, canlı organizmaların son derece kompleks sistemler içerdiklerinin ortaya çıkması ve daha pek çok bilimsel gelişme, Darwinizm'in aleyhinde olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ancak biz burada Darwinizm'in farklı bir yönünü ele aldığımız için, evrimin bilim karşısındaki çöküşünün detaylarına girmeyeceğiz. Darwinizm'in bilimsel gerçekler ışığında hiçbir geçerliliği olmadığını, bilimsel delillerin evrim teorisini geçersiz kıldığını kitabın sonundaki "Evrim Yanılgısı" bölümünde okuyabilirsiniz. (Ayrıca Evrim Aldatmacası, Hayatın Gerçek Kökeni, Evrimcilerin Yanılgıları, Evrimcilerin İtirafları… gibi kitaplarımızda da bu konularla ilgili detayları bulabilirsiniz.)
Ne var ki, bilim bu kadar hızla ilerlemesine ve insan hayatına sürekli bir yenilik getirmesine rağmen bazı bilim adamları hala "gerici", "bağnaz" ve "tutucu" diyebileceğimiz bir zihniyetle 19. yüzyılın (2 yüzyıl öncesinin) ilkel bilim anlayışı ile üretilmiş, bugün çocukları bile güldürecek basitlikte ve yüzeysellikte teorilere sahip çıkmaya çalışmaktadırlar.
Peki Darwinizm'in bazı bilimsel çevrelerde bu denli popüler olmasının nedeni nedir? Ortada evrim teorisini destekleyen tek bir somut bilimsel delil dahi yokken, aksine tüm canlıların çok üstün bir yaratılışla var edildikleri, evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüfen gelişemeyecekleri apaçıkken, bazı insanlar nasıl olup da hala çok şiddetli birer evrim savunucusu olabilmektedirler?
İşte bunun nedeni teorinin, bilimselliğinden ziyade bir zihniyetin, inancın ifadesi olmasında yatmaktadır. Bu zihniyet, evrimi, geçerliliği bilimsel verilerle incelenecek bilimsel bir teori olarak değil, ne olursa olsun doğrulanması gereken bir inanç olarak görmektedir. Söz konusu zihniyete sahip kişilerin bu inançları da bilimsel gerekçelere dayanmadığı için, evrim teorisini çürüten bilimsel kanıtların ortaya konması teoriye olan körükörüne bağlılıklarını kesinlikle etkilememektedir. Evrim aleyhinde gösterilen deliller ne kadar güçlü olursa olsun, evrimciler bunları gözmezlikten gelmekte, inançlarını şiddetli bir şekilde savunmaya devam etmektedirler.

Darwinistler için evrim teorisi herhangi bir bilimsel savdan çok daha ötedir. Evrim teorisi söz konusu olduğunda evrimci bilim adamları için tarafsızlık, bilimsellik, objektiflik gibi kavramlar bir anda ortadan kalkar. Teorilerine o kadar şiddetli bir şekilde bağlıdırlar ki, evrimci Nature dergisinde yayınlanan bir makalede ifade edildiği gibi; "Bu saygın bilim adamları, 'eğer evrim teorisi doğruysa' diye başlayan bir cümle yazmaktansa sağ ellerini kesmeyi tercih ederler."1   Çünkü evrim teorisinin doğru olmaması gibi bir ihtimali akıllarına dahi getirmek istememektedirler.
philip
Bu, insanların bilim adamlarında görmeye alışkın olmadıkları bir yaklaşımdır. Çünkü insanlar genelde bilim adamlarının felsefi ve ideolojik önyargılara dayanarak konuşacaklarına ihtimal vermezler. Onlara göre bilim adamları somut delillerle kanıtlanmış, doğruluğu deneylerle ispatlanmış gerçekleri dile getiren, objektif insanlardır. Bu nedenle de evrim teorisinin doğruluğundan hiçbir şekilde kuşku duymazlar. Oysa bu, büyük bir yanılgıdır; çünkü evrimci bilim adamları için evrim teorisi söz konusu olduğunda tüm bu bilimsel kriterler ortadan kalkmaktadır. Darwinizm'in önde gelen ideologlarından Pierre Teilhard de Chardin'in aşağıdaki sözleri, Darwinistler'in evrim teorisine bakış açılarının "bilimsellik" düzeyini gözler önüne sermektedir:
Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte evrim budur.2
kustuyleri
Soldaki resimler: Darwin, evrim teorisini ortaya attığı dönemde bilim ve teknoloji son derece ilkel bir seviyede idi. Günümüzde bilgisayarların, elektron mikroskoplarının kullanıldığı alanlarda, o dönemin bilim adamları en ilkel araçları kullanıyorlardı. Mikroskoptan diğer teknik aletlere kadar her türlü gelişme ancak 20. yüzyılın ortalarında başladı.  Bilimsel gelişmenin ortaya koyduğu sonuçlar ise, Darwin'in ilkel bilim düzeyi içinde ortaya attığı iddiaları çürüttü.
Yukarıdaki alıntıda olduğu gibi, Darwinistlerin evrim teorisini ifade ederken kullandıkları terimler de bize bu bağnaz yaklaşım hakkında çok önemli ipuçları vermektedir. Bu anlatımlarda bilimsel kelimelerden ziyade, körü körüne bağlılığı ifade eden sıfatlar, açıklamalar kullanılır. Örneğin dünyanın önde giden evrimcilerinden G.W. Harper evrim teorisini "metafizik inanış"3 , Harvard'ın tanınmış evrimci biyologlarından Ernst Mayr ise "günümüzde insanın dünyaya bakış açısı"4  olarak adlandırır. 20. yüzyılın belki de en bilinen evrimcilerinden biri olan Julian Huxley evrimi "evrensel ve her yanı kaplamış olan bir yöntem" olarak görmüş ve "gerçeğin tümü"5 olarak adlandırmıştır. Zamanının en ünlü evrimcilerinden olan ve 1975'te ölümünün ardından günümüzün önde gelen evrimci genetikçileri tarafından biyogrofisi hazırlanan Theodosius Dobzhansky'nin evrime bakış açısı de Chardin'inkini takip etmiştir. Dünyanın tanınmış bilim felsefecilerinden olan Karl Popper, evrim teorisinin bilimsel bir teori değil, "metafizik bir araştırma programı"olduğunu belirtir. Evrimcilerin tüm bu tanımlamalarının ardından İngiliz fizikçi, H.S. Lipson ise evrim teorisinin şu anki durumunu şöyle açıklamaktadır:
Aslında evrim, bir bakıma bilimsel bir din haline gelmiştir. Hemen hemen tüm bilim adamları bunu kabul etmişler ve pekçoğu da gözlemlerini ona uydurmak için bulgularını eğip bükmeye hazırlanmaktadırlar.7
tavuskusu
Sol üst : Theodosius Dobzhansky
Sağ üst: Ernst Mayr
Alt : Karl Popper
Yukarıda isimleri geçen tüm bu otoritelerin Darwinizm'i anlatırken kullandıkları kelimeler, kavramlar gerçekten de dikkat çekicidir. Bu kelime ve kavramlarda ne bir matematiksel sonuçtan, ne bir somut delilden, ne de elde edilen herhangi bir bulgudan evrimi destekleyen deney ya da gözlemlerden bahsedilmemektedir. Bunun yerine, evrim hep "gerçeğin tümü", "her yanı kaplamış bir ana yöntem", "tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık" gibi garip sıfatlarla tanımlanmaktadır.
Dikkat edilirse hiç kimse yerçekimi kanunu, dünyanın dönüşü ya da termodinamik kanunu için bu tip ifadeler kullanmamakta, metafizik yorumlara yönelmemekte ve abartılı çıkarımlar yapmamaktadır. Çünkü bilimsel gerçekler ortadadır ve herkes tarafından gönül rahatlığıyla açıkça kabul görmektedir. Bu nedenle de ne Newton ne Einstein ne de başka bir bilim adamı için haddini aşan abartılı ifadeler kullanılmaktadır. Örneğin yerçekimi kanununu hiç kimse "tatmin edici inanış" olarak adlandırmaz, ya da termodinamik kanunları için "eğer doğruysa diye bir ifade kullanacağıma kolumu keserim" demez. 
Oysa evrimcilerin üslubu çok farklıdır. Konuşmalardan ya da anlatımlardan anlaşılan söz konusu kişiler, bir bilim adamından çok, dinini her şart ve durumda koruyacağına dair yemin etmiş bir kişi havasındadırlar. Bu nedenle de anlatımlarında hiçbir şekilde bilimsel bir metod izlenmemekte, bilimsel bir anlatım kullanılmamaktır. Kimse yapılan deneylerden, elde edilen kanıtlardan bahsetmemekte, ortada metafizik öğeler taşıyan kelimeler ve kavramlar dolaşmaktadır. Üstelik bu kişiler evrim konusunda dünyaya gelmiş olan en şöhretli isimlerdir. Kullanılan kelimeler bir araya getirildiğindeyse ortaya çok ilginç bir tablo çıkmaktadır: "Evrimsel dogma!", "Bilimsel din!", "Tatmin edici inanç!", "Evrim efsanesi!", "Günümüz insanının dünya görüşü!", "Yayılma yöntemi!", "Gerçeğin tümü!", "Herşeyi aydınlatan ışık!", "Metafizik inanış!", "Metafizik bir araştırma programı!", "Tüm düşünce sistemlerinin takip etmesi gereken bir yörünge!"…
Evrim literatürünü biraz daha araştırsak evrim teorisinin dini karakterini ve tüm sosyal ve hatta psikolojik olaylara kadar evrimci bakış açısını ifade eden pek çok örnekle karşılaşabiliriz. Takdir etmek gerekir ki, böylesi şatafatlı terimler için kimse bilimsellik iddiasında bulunamaz. Sidney Üniversitesi'nde biyolog olan L. C. Birch ve yine Stanford Üniversitesi'nden biyolog P. R. Ehrlich bu evrimsel dogmayı açıkça dile getirmektedirler:
"Evrim teorimiz... herhangi bir gözlem tarafından reddedilemeyecek bir teori haline gelmiştir. Akla yatkın her gözlem ona uygun hale getirilebilir. Bu yüzden 'ampirik bilim dışındadır'...  Kimse onu sınayacak yollar düşünemez. Herhangi bir temele dayanmayan veya olabildiğince basitleştirilmiş birkaç laboratuvar deneyine dayalı düşünceler geçerliliklerinin çok ötesinde bir geçerlilik kazanmıştır. Bunlar, çoğumuzun eğitimimizin bir bölümü olarak kabul ettiği evrimsel bir dogmanın parçası haline gelmişlerdir."8

Günümüz Evrimcileri Darwin'den Bile Daha Katıdır

Günümüz evrimcilerinin bu bağnaz tutumu, bizzat teoriyi ortaya atan Darwin'den bile çok daha katıdır. Darwin teorisini ortaya atarken, kendisine belli bir "yanılma payı" bırakmış, Türlerin Kökeni adlı kitabında sık sık "eğer teorim doğruysa..." diye başlayan yorumlar yapmıştır. Bu yorumlarında Darwin'in bazı bilimsel kriterler kabul ettiği, teorisinin nasıl yanlışlanabileceği konusunda kıstaslar ortaya koyduğu görülmektedir. Örneğin fosil kayıtları hakkında şöyle yazmıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.9
tavuskusu
Paleontoloji alanında yapılan son buluşlar doğrultusunda, Archaeopteryx'in bir ara geçiş formu olmadığı, aksine tam uçucu bir kuş türü olduğu kesinlik kazanmıştır. Evrimciler ise, Archaeoptreyx gibi tüm sözde delilleri, bilimsel bulgularla geçersizleştirilmesine rağmen, evrim teorisine inanmaktan vazgeçmemişlerdir.
Darwin'in sözünü ettiği "sayısız ara-geçiş türleri" hiçbir zaman bulunmamıştır ve bunu günümüzdeki pek çok evrimci paleontolog da kabul etmektedir. Bu durumda Darwin'in "eğer teorim doğruysa" şeklindeki koşuluna bakarak, teorinin reddedilmesi gerekir. (Bugün yaşasa, belki Darwin de bu nedenle teorisini reddedecekti.)
Oysa günümüz evrimcileri, bu konuda olağanüstü bir umursamazlık ve bağnazlık göstermektedirler. Türkiye'deki Darwinist çevrelerin en önde gelen yayın organlarından biri olan Bilim ve Ütopya dergisinde, Dr. Ümit Sayın tarafından yazılan bir yazıda, Darwin'in "eğer teorim doğruysa... kalıntıları mutlaka fosil kalıntılarında bulunmalıdır" dediği ara geçiş formları için şöyle yazılmaktadır:
Archaeopteryx'in uçan bir dinozor olmasının evrim kuramının doğruluğu ve geçerliliği açısından fazla bir önemi yoktur. Hiçbir geçiş fosili bulunmasa bile bu evrim kuramını çökertmez...Varsayalım ki, henüz hiçbir fosil bulamadık; bu tüm ara canlıların kaybolduğunu, doğaya karıştığını gösterir.... Diyelim ki tüm fosiller fos çıktı! Bu bile evrim kuramını çökertmez, çünkü fosiller, Archaeopteryx ve diğer geçiş hayvanları sadece mekanizmaların izahı için gereklidir.10
Yani yazar, "hiçbir fosil kanıtı bulamasak da, evrime olan inancımızı koruruz" demektedir. Darwin bile bu konuyu teorisinin doğru olup olmadığının en önemli kıstaslarından biri olarak belirtmişken, söz konusu evrimci yazarın bu kıstası bir kenara bırakarak "her ne surette olursa olsun evrime inanma" kararlılığı göstermesi son derece ilginçtir. Bu durum, Darwinizm'in her türlü bilimsel kriterden uzak, körükörüne bir inanç olduğunun göstergesidir.

Entelektüel Bir Diktatörlük

Evrimcilerin yukarıda alıntı yaptığımız bu süslü sözleri onları kendi inanışlarına göre diğer dinlerin de üzerinde hayali bir konuma yerleştirmektedir. Bu çarpık düşünceye göre evrim tek "objektif gerçek"tir ve evrimciler bu aldatmacanın verdiği güçle diğer dinleri de kendilerine tabi olmaya davet etmektedirler. Evrimci bir anlayışa göre, diğer dinler, eğer evrimi ve onun ortaya çıkardığı kavramları kabul ederlerse, "ahlaki bir öğreti" olarak yaşamalarına izin verilecektir. Neo-Darwinist akımın en önemli birkaç isminden biri olan George Gaylord Simpson bunu şöyle ifade eder:
Elbette dini olarak tanımlanan ve dini duygulara dayanan ve hala varlıklarını koruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bunların evrimle uyuşmaları kesinlikle söz konusu değildir ve dolayısıyla duygusal etkilerine rağmen, entelektüel olarak savunulmaları mümkün değildir. Ancak duygusal alanda kalmaları şartıyla, ben bunların evrimle bir arada var olabileceklerini savunuyorum. Bir başka deyişle, evrim ve doğru din, birbirleriyle uyuşabilirler.11 
Bu, evrim ve onun üzerinde gelişen bilimsel öğretiler, diğer dinleri yargılama hakkına sahiptir demektir. Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yorumlarının doğru din olarak kabul edileceğine karar vermek de yine evrim dinine düşecektir. Söz konusu önyargılı düşünceye göre, doğru din denen şey sadece insanlar arasındaki ahlak kıstaslarını belirtmekle yükümlü bir öğreti olabilir.
Bu otoriter yaklaşıma, yani insanların kendi kabul ettikleri doğruları diğer kişilere kabul ettirme konusunda baskı yapmalarına bir örnek Kuran'da yer almaktadır. Kuran'da eski Mısır Firavun'u anlatılırken onun kendi halkına "ben, size yalnızca gördüğümü gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) dediğine dikkat çekilir. Bu söz günümüzdeki evrimcilerin de sıkça telaffuz ettikleri bir mantıktır. Evrimciler Firavun'la çok büyük benzerlik gösteren bu yaklaşımlarıyla, evrim teorisini halklara empoze ederken, bir yandan da bilimsel çevreleri baskı altında tutarlar. Bu baskı içinde evrim adeta bir tabuya dönüştürülmüştür. Evrime inanmayanlar neredeyse dışlanırlar. Ünlü anatomi profesörü Thomas Dwight, bu durumu"entelektüel bir diktatörlük" olarak nitelendirerek şöyle der:
Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düşüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.12
Evrim gerçekten de çok büyük kitleleri etkisi atına alan batıl bir dindir, fakat kesinlikle bilim değildir. Zaten bu kişilerin ifadeleri dikkatli olarak incelense satır aralarında onların da bir dinden bahsettikleri kolaylıkla anlaşılacaktır. Önemli bilim tarihçilerinden Margorie Grene'in söyledikleri, bu açıdan değerlendirildiğinde şaşırtıcı değildir:
Darwinizm'in tutulma ve halen de insanların zihninde yer etmesinin sebebi onun bir bilim dini olmasından kaynaklanmaktadır. Küçük ve tesadüfe dayalı hataların dışsal ve dolaylı determinasyonu, hayatın, insanların, ve insanın en derin umut ve en yüksek başarılarının ortaya çıkmasının doğacı evrimin en temel taşları olduğu addedilmektedir... Birtakım değişikliklere uğramış, ancak özde hala aynı özellikleri taşıyan Darwin teorisi, kendisine ilahi bir şevkle inanan taraftarlarının tebliğ ettiği bir din haline gelmiştir ve teoriye şüphe ile bakanları bilimselliğe yeterli inancı olmayan kafası karışık kişiler olduğunu düşünmektedirler.13  
İşte Darwinizm, taraftarlarının konuşmalarındaki, yazılarındaki ve düşüncelerindeki tüm bu dini öğelere rağmen hala insanlara bilimsel bir teori olarak sunulmakta, insanlar ortada hiçbir bilimsel delil olmadığı halde bu teoriye körü körüne inandırılmaktadırlar. Evrimcilerin bu bağnaz yaklaşımlarının nedeni ise, evrimi terk ettiklerinde karşılaşacakları gerçekten kaçıyor olmalarıdır. Çünkü bu gerçek yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kainatı ve tüm canlıları Allah'ın yarattığı gerçeğidir. Bu ise, söz konusu bilim adamlarının sahip oldukları maddeci ve ateist anlayış açısından kabul edilebilir bir durum değildir. 
Bu nedenle bu batıl dinin dünya üzerindeki zararlı etkisinin farkına varıp, batıla karşı "gerçeklerden ve doğrulardan" yana olmak, akıl ve vicdan sahibi insanlar için son derece önemlidir. Bu putperest dinin akıl dışı öğretilerini daha yakından tanımak ise doğrulardan yana tavır almanın ve batılı geçersiz kılmanın ilk adımıdır. Bunun ardından yaratılış gerçeğini tüm delilleriyle ortaya koymak, Allah'ın "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir" (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi tüm bu batıl dinleri geçersiz kılacaktır. 

DİPNOTLAR

1- Nature, "Darwin's Death in South Kensington", Şubat 26, 1981, cilt 289, s. 735. Darwin on Trial, Phillip E. Johnson, InterVarsity Press, 1991, s. 138
2- Francisco Ayala, "Nothing in Biology Makes Sense Except in the Light of Evolution: Theodosius Dobzhansky, 1900-1975", Journal of Heredity, (V. 68, No. 3, 1977), s. 3.
3- G.W. Harper, "Alternatives to Evolutiotism", School Scince Review (V. 51 Sep. 1979), s 16.
4- Ern st Mayr, "Evolution". Scientific American (V. 239, Sep. 1978). s. 47.
5- Julian Huxley, "Evolution and Genetics", Ch.. 8 in What is Science? (Ed. J.R. Newrnan, New York, Simori and Schuster, 1955) s. 272, 278
6- Karl Popper, The Philosophy of Karl Popper, vol. 1, ed. P.A. Schilpp, (La Salle, IL: Open Court Publishers), s. 183 143.
7- Henry M. Morris, The Long War Against God, Baker Book House, 1996, s.127
8- 2. L.C. Birch and P.R. Ehrlich, Nature, vol. 214 (1967), p. 369.
9- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179
10- Ümit Sayın, "Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu", Bilim ve Ütopya, Kasım 1998
11- Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2. B, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 131
12- Milli Eğitim Bakanlığı, M. Vehbi Dinçerler, Evrim Teorisi, İlmi Gerçekler ve Yaratılış Modeli, Ankara, MEB Yayınları, 1985, s.29
13- Margorie Grene, Encounter, (Nov. 1959), s. 48-50.

Darwinizm Dininin Kökenleri

Darwinizm Dininin Kökenleri

“Socrates öncesi yaşayan Yunan Miletli felsefeciler kainatın yaratılışıyla ilgili evrim kavramlarını Mısır ve Babil ya da Sümer’in çok daha eski dini liderlerinden almışlardı... Bu yüzden evrim hiçbir şekilde modern bir ’’bilimsel’’ keşif değildir, fakat tarih öncesi çağlara ait Allah karşıtı dünya dininin günümüzde yeniden canlanmasıdır… Bu teorinin başlangıcını Charles Darwin ve onun yakın atalarına dayandırmak adet olmasına rağmen, bu fikrin temel şekli, yazılı tarihin kendisinin başlangıcına kadar uzanmaktadır. “ (Ernest Abel)(Abel, Ernest L., Ancient Views on the Origin of Life (Farleigh: Dickinson University Press, 1973) s. 15
Herhangi bir kişiye "Din nedir?" diye sorulacak olsa, vereceği cevap, büyük bir ihtimalle dinin insanları Allah'ın bildirdiği doğru yola, mutlak hayra götüren ilahi kanunlar olduğu olacaktır. Ancak şu an dünya üzerinde var olan dinlerin birçoğu bu tanıma uymamaktadır. Şu an yeryüzündeki çok sayıda dini başlıca iki gruba ayırabiliriz; Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi Allah'ın vahyine ve tevhid inancına dayalı ve Allah'ın elçileri vasıtasıyla insanlara bildirdiği hak dinler (Yahudilik dininin kutsal kitabı Tevrat, Hristiyanlık dininin kutsal kitabı ise İncil'dir. Ancak Rabbimiz'in insanlara hidayet rehberi olarak gönderdiği bu iki kutsal kitap, Hz. Musa ve Hz. İsa'ya vahyedilmelerinden sonra tahrif edilmiş, orijinal hallerinden uzaklaşmışlardır. Dolayısıyla bu cümlede geçen "hak dinler" ifadesiyle, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin ilk gönderildikleri halleri kastedilmektedir), öte yanda da insanlar tarafından ortaya çıkarılan ve içlerinde birçok hurafeler barındıran batıl dinler. 
Hak dinler insanları Allah'ın birliğine, elçilerine, kutsal kitaplarına, ahiretin, cennet ve cehennemin varlığına inanmaya davet ederler. Batıl dinler ise, hak dinlerin tam tersine, insanları doğrulardan uzaklaştırır ve batıl inançlarla, totemlerle, putlarla, binlerce tuhaf öğretiyle, garip itikatlarla, büyüyle, birbirinden yoz mezheplerle, töre ve geleneklerle dolu bir hayata sürüklerler. Bu dinlere bağlananlardan kimisi totemlere tapar, kimisi güneşe ibadet eder, kimisi "uzaylılar"a inanır, taştan, tahtadan putlardan medet umar, onların karşısında ayinler yapar, hediyeler sunar, onları mutlu etmeye çalışırlar. Şimşek çaktığında sözde gök tanrısının kızdığına, yağmur yağdığında da ağladığına inanırlar. Bu tür inançlara sahip kişiler Kuran'da "müşrik" (Allah'a ortak koşan) olarak tanımlanır, Batı literatüründe ise "pagan" olarak isimlendirilirler. Bu inanca sahip kişilerin hayatları içinde aklın, vicdanın ve mantığın yeri yoktur.
Batıl dinlerin hayatın oluşumuna ve canlı türlerinin varlığına yönelik getirdikleri açıklamalar da aynı cahil yaklaşımın bir devamıdır. Genel inanış kainatın ve tüm canlılığın havadan, sudan ya da ateşten oluştuğu ya da uzaydan geldiği yönündedir, bir diğer inanış da kainatın her zaman var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı yönündedir. Pagan dinler tüm kainatın tapındıkları tahta ve taştan putlar tarafından var edildiğine inanırlar. Bu sapkın inanışa göre her bir put kainatın bir bölümünü var etmiş ve kendi var ettiği bölüme de hakim olmuştur; sözde gök tanrısı gökyüzünde, sözde deniz tanrıçası sularda, sözde yer tanrısı insanlar arasında hükmetmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Dinler tarihi mukayeseli olarak incelendiğinde pek çok batıl dinin birbirinden etkilendiği, gerek inanışlarında, gerekse öğretilerinde çok önemli benzerlikler bulunduğu görülür. Eski Yunan ve Mezopotamya dinleri gibi çok eski tarihlerde ortaya çıkan putperest dinler, günümüzdeki pek çok batıl dinin kökenini oluşturmuşlar, bu dinleri öğretileriyle beslemişlerdir. Bu dinlerden etkilenip, aynı dönemlerde filizlenmeye başlayan bir batıl din de, dini yönüne önceki bölümde dikkat çektiğimiz "Darwinizm dini"dir.
Darwinizm dini ile diğer batıl dinler arasında gerek kainatın ve canlıların oluşumuna verilen cevaplar, gerekse genel öğretiler ve inançlar konusunda çok büyük benzerlikler bulunmaktadır. Yani Darwinizm insanların büyük bölümünün inandığı gibi bilimsel bir gerçek, deneylere ve gözlemlere dayalı sağlam bir kuram değildir. Darwinizm, bilimdışı bir temel üzerine oturtulan birkaç bin yıllık bir aldatmacadır. Bu nedenle kitap boyunca batıl Darwinizm dininin ilk ortaya çıkışı, kurucusu, sözde kutsal kitabı, misyonerlik anlayışı ve diğer dinlerle bağlantıları incelenirken, diğer batıl dinlerle mukayesesi yapılacak ve çarpıcı benzerliklerin altı çizilecektir.

Darwinizm Dininin Diğer Batıl  Dinlerden Farkı Yoktur

Daha önce de vurguladığımız gibi Darwinizm 19. yüzyılda bilim adamlarının ve Charles Darwin'in amatör araştırma ve gözlemleri sonucunda keşfedilen ve bilim çevrelerine sunulan bir teori değildir. Kökenleri, çok daha eskilerde yaşamış olan maddeci felsefecilere dayanmaktadır. Darwinist inanışlarla ilk olarak bundan birkaç bin yıl önce var olan çoktanrılı ve maddeci Sümer ve Yunan dinlerinde karşılaşmak mümkündür. Dolayısıyla Charles Darwin, evrim fikrini ilk ortaya atan kişi değil, bu inancın genel esas ve itikatlarının ana çerçevesini çizen, öğretilerini şekillendiren, daha sonra da kurumsallaştıran amatör bir araştırmacıdır.
kustuyleri
kustuyleri
İlkçağlardan beri dünyada putperest toplumlar olmuştur. Her dönemde ve her toplumda insanlar kendi kendilerine farklı putlar oluşturmuşlardır. Darwinistler nasıl tesadüfleri ve cansız varlıkları yaratıcı putlar olarak kabul ediyorlarsa, sapkın inanışa sahip toplumlarda da benzer varlıklar put edinilmiştir. Yukarıdaki resimler, bu putlardan bazıları ile ilgilidir. Sol üst: Sümerlerin batıl inancında Su Tanrısının emriyle insanın gerçekdışı yaratılış aşamalarının anlatıldığı tabletler. Sağ üst: Mezopotamyadaki sözde Güneş Tanrısının önünde dua eden Hamurabi. Alttakiler: Sümerlilerin Su Tanrılarını sembolize eden resimler.
Putperest Sümerlerin Allah'ı inkar eden ve canlıların başıboş bir evrim süreciyle oluştuğunu ifade eden yazıtları Darwinizm dininin belkemiğini oluşturan izahlardır.14 Sümer yazıtları incelendiğinde, ilk başta bir su karmaşasından söz edildiği ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı sözde tanrıların ortaya çıktığı iddiası görülür. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar sözde ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardır. Yani canlılık cansız su kaosundan birdenbire oluşmuştur. Buradaki vurgu "madde ve evrenin ilk olarak sudan ortaya çıktığı ve canlıların cansız maddelerden oluştuğu" inancını savunan evrimci bakış açısıyla çok büyük bir uyum göstermektedir. Dolayısıyla kainatın bir evrimleşme süreciyle oluştuğuna dair batıl inanç Sümer dinlerinde de bulunmaktadır.
kustuyleri
Yukarıdaki resimde, timsaha tapan bir insan resmedilmiştir. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de birçok toplumda insanlar timsah, inek gibi hayvanlara veya su, ateş gibi cansız varlıklara tapmakta, onları yaratıcı ilahlar olarak kabul edebilmektedirler. Böyle bir inanışın akla, mantığa ve vicdana uyan hiçbir yönü yoktur. Bir timsahın hiçbir şeye güç yetiremeyecek, hiçbir şeye akıl erdiremeyecek kadar aciz ve şuursuz bir varlık olduğu açıktır. İşte Darwinistler de, böyle garip ve akıl almaz bir inanışa sahiptirler. Onlar timsahları, ateşi değil ama tesadüfleri, cansız ve şuursuz atomları, yaratıcı güç olarak kabul eder ve bu inanca bir dine bağlanır gibi bağlanırlar.

darwin
Evrimcilerin akıl ve bilim dışı iddialarına göre, ilkel atmosferde karbon ve fosfor gibi birçok kimyasal madde, yıldırımların, rüzgarların etkisiyle en uygun miktarda biraraya gelerek canlılığı oluşturmuştur. Gerçekte böyle bir inancın, putperestlerin rüzgar tanrısına (yanda) tapınmalarından hiçbir farkı yoktur.
Mısır dinler tarihi incelendiğinde de benzer batıl inanışlarla karşılaşırız. Herhangi bir bilimsel dayanağı olmayan bu saçma anlayışa göre "Yılan, kurbağa, solucan ve farelerin, su baskınlarıyla taşan Nil ırmağının çamurlarından oluştuklarına"15 inanılırdı. Yani Mısır dinlerinde de Yaratıcı inkar edilmiş, "canlıların tesadüfler sonucunda balçıklardan"oluştuğuna inanılmıştı. Bunun yanı sıra Babil ve Mısırlılara ait sözde yaratılış hikayelerinde de "yeryüzünün ve yaşamın ortaya çıktığına inanılan ilk deniz" fikri yer almaktadır.16 
Bu düşüncenin artık tarihe karıştığını ve eski uygarlıklarla birlikte yok olduğunu sanmak çok büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü günümüzde de evrimciler aynı mantığı savunmakta ve "ilk deniz" ya da "su kaosu" fikrini, "ilkel çorba" ismiyle bilim dünyasına kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Evrim teorisinin bu iddiasına göreyse, dört milyar yıl kadar önce ilkel dünya atmosferinde canlılığın varlığı için gereken karbon ve fosfor gibi birçok cansız kimyasal madde en uygun şartlarda ve en uygun miktarlarda, tesadüfi birtakım faktörlerin etkisi ile suda biraraya gelmişler, bu arada devreye yıldırımlar, fırtınalar ve sarsıntılar girmiş, canlılığın ilk yapıtaşı olan amino asitleri oluşturmuşlardır. Bu aminositler yine aynı tesadüflerin sonucunda proteinleri, bu proteinler hücreleri oluşturur, bu tesadüfler zinciri devam eder ve sonucunda insana ulaşır…
Oysa cansız maddelerin biraraya gelerek canlılığı oluşturabilecekleri iddiası, bugüne kadar hiçbir deney ya da gözlem tarafından doğrulanmamış, bilim dışı bir iddiadır. Her canlı hücre, bir başka canlı hücrenin çoğalmasıyla oluşur. Dünya üzerindeki hiçkimse, en gelişmiş laboratuvarlarda dahi, cansız maddeleri biraraya getirerek canlı bir hücre yapmayı başaramamıştır. Bu ise ilk hücrenin mutlak surette yaratıldığını, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'in ilk hücreyi yoktan varettiğini bizlere göstermektedir.
Karmaşık ritüelleri ve putperest öğretileriyle Güney Asya'da çok geniş kitleleri etkisi altına alan Hinduizm de "tüm canlıların okyanuslardan ortaya çıktıkları" yanılgısı üzerine kurulmuştur. Masalsı bir anlatım ve efsanevi kişiliklerle süslü Hindu öğretilerini içeren Rig Veda ve Atharca Veda yazıtlarında da bu inanç detaylı olarak anlatılmaktadır. Bir Yaratıcı'nın var olduğu gerçeğini reddeden sapkın Hindu felsefesine göre evren sözde "prakriti" adı verilen kocaman, yuvarlak bir maddeden oluşmuştur. Yine aynı batıl inanca göre, canlı cansız tüm maddeler bu ilk maddeden evrimleşerek oluşmakta ve tekrar prakritiye dönüşmekte, ve aynı evrimsel süreç yeniden başlamaktadır.17 Yani sözde tüm kainat bu cansız ilk maddeden oluşmaktadır.
newton
Canlılığın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı sorusu Darwinizm dininin de en büyük açmazlarından biridir. Bu nedenle de evrimciler bu soruyu genelde geçiştirmeye çalışırlar. Çünkü verebilecekleri en somut cevap, yukarıda da örnek verildiği gibi milattan önceki batıl dinlerin verdikleri cevaplardan farklı değildir. Zaten Darwinizm'in geliştiği dönemde de canlılığın oluşumuyla ilgili batıl inançlar hakimdi. Bu insanlara göre sinekler terden, kurbağalar çamurdan, karıncalar şekerden meydana geliyorlardı.
darwin
Hindulardaki  sözde nehir tanrıçası
Bu saçma inançlardan bir tanesi de evrimcilik tarihinin en garip inançlarından biri olan "Umulan Canavar" (Hopeful Monster) teorisidir. Bulunması umulan ara geçiş formlarının bulunamamasından dolayı çok büyük bir baskı altına giren bazı evrimciler, evrim için ara geçiş formlarına ihtiyaç olmadığını, çünkü türler arasındaki değişimin aniden meydana geldiğine karar vermiş ve bunun sonucunda da umulan canavar teorisini ortaya atmışlardır. Umulan canavar teorisine göre canlılığın oluşumu, şekerden karıncanın oluştuğunu iddia eden inançtan farklı değildir. Bu saçma teoriye göre ilk kuş bir sürüngen yumurtasından birdenbire çıkmış, daha sonra aynı şekilde tesadüfen başka bir yumurtadan çıkan kuş ile birleşmiş ve böylece kuş familyası oluşmuştur. Bu teorinin bir benzeri de Charles Darwin'in suda çok fazla yüzen ayıların zaman içinde balinalara dönüştüğü yönündeki iddiasıdır. Oysa bugün bilimsel gerçekler Darwin'in bu iddiasının ne kadar bilimdışı bir safsata olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. (Bu konularda ayrıntılı bilgi için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya)

Aynı Putperest Anlayış Hala Devam Etmektedir

Putperest dinlerin en önemli özellikleri taştan, tahtadan oyulmuş, cansız, konuşma yeteneği olmayan, kısacası hiçbir şeye güç yetiremeyen heykellere, nesnelere bir güç ithaf etmeleri ve onlardan bir medet ummalarıdır. Hatta bu inanca sahip olan kişiler, cansız putların tüm evreni ve canlıları var ettikleri, tüm evreni hareket ettirdikleri, sağlığı, bereketi ve rızkı onlardan buldukları yanılgısına kapılmış, onlardan yardım istemişlerdir. (Allah'ı tenzih ederiz) Fakat işin ilginç olan yanı bu inanışların günümüz evrimcilerinde de kendini göstermesidir. Aynı geçmiş dönemde yaşamış olan putperestlerin cansız heykelleri evrenin ve canlılığın var oluşunda sözde güç sahibi gördükleri gibi, evrimciler de şuursuz atomlardan oluşan cansız maddelerin bir güce sahip olduklarını zannederler. Bu cansız maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelerek kendi kendilerini organize ettiklerini ve son derece kompleks ve kusursuz özelliklere sahip olan canlıları oluşturduklarını iddia ederler. Bu putların en önemlisi ise geçmişten bu yana hiç değişmeyen, sadece farklı isimlerle adlandırılan "Doğa" ya da "Tabiat Ana"dır.
darwin
Darwinistlerin cansız maddeleri canlılığın yaratıcısı olarak görmeleri gibi, putperestler de  taştan oyulmuş heykellere tapıyorlardı.
 
Evrimciler doğada gelişen her türlü olayı, tabiat olaylarını "Tabiat Ana"dan bilirler. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu batıl inanca göre bir kasırga, deprem, sel ya "tabiat ananın gazabı" ya da "doğanın mucizesi"dir. Ama "doğa" denen gücün ne olduğu konusunda kimsenin herhangi bir fikri ya da bir açıklaması yoktur. Aynı "Tabiat Ana" inanışı geçmiş topluluklarda isim değiştirir. Bu kez karşımızdaki, Yunan mitolojisindeki ismiyle "Gaia" ya da putperest dinlerde "Bereket Tanrıçası"dır. Evrimcilerin yaptığı ise bu sembolleri ve isimleri ortadan kaldırıp, aynı gücü şuursuz atomlara vermeleridir.
Nitekim bunu açıkça ifade etmekten çekinmemektedirler. Yunan mitolojisindeki "yeryüzü tanrıçası Gaia", sözde bilimsel bir "teoriye" ilham kaynağı olmuştur. James Lovelock adlı evrimci bilim adamı tarafından ortaya atılan ve "dünya gezegeninin canlı bir varlık" olduğunu savunan teori,"Gaia teorisi" olarak bilinmektedir. Bu durum, evrimciler tarafından "teori" diye öne sürülen kavramların aslında klasik putperest dinlerin batıl inanışları olduğuna güzel bir örnektir.
Tesadüfleri, cansız maddeleri, şuursuz atomları yaratma gücüne sahip varlıklar zannetmek elbette ki önemli bir mantık bozukluğudur. Putperestler nasıl cansız putların tüm varlıkları yarattıklarına inanıyorlarsa, evrimciler de cansız maddelerin kendi kendilerine canlı varlıkları oluşturduklarına inanmaktadırlar. Bu inancın kökeni, cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece aslında herşey ilah olarak görülmektedir.
Allah Kuran'da, Kendisi'nden başka varlıklara tapan, cansız putları ilah edinen insanların varlığından ve elçilerinin bu insanlarla olan mücadelesinden söz etmektedir. Kuran'da sözü edilen putperest topluluklardan biri Hz. İbrahim'in kavmidir:
(İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
kustuyleri
Evrimci bilim adamı Lovelock, dünya gezegeninin canlı bir varlık olduğunu ortaya attığı teorisinde, Yunan mitolojisindeki "yeryüzü tanrıçası Gaia"dan esinlendiğini belirtmiştir.
Ayette de de bildirildiği gibi Hz. İbrahim'in babası ve kavmi, kendi elleriyle oluşturdukları, hiçbir şeyi yaratmaya güç yetiremeyen cansız maddeleri ilah olarak kabul etmişlerdi. Hz. İbrahim döneminde böylesine ilkel bir inanca sahip olan putperestler kendi elleriyle yaptıkları cansız heykellerin rızık, şifa, azap ve bereket verme gibi özelliklere sahip olduklarını zannediyor ve onlara ibadet ediyorlardı. (Allah'ı tenzih ederiz.)

Güneş Dini

Günümüz evrimcileri ile geçmişteki putperest toplumlar ve inanışlar arasındaki bir diğer benzerlik, her iki grubun da Güneş'e tapınmaya dayalı dini bir inanca sahip oluşudur.
Güneş'e tapınmak, tarihin en eski dönemlerinden beri var olan sapkın bir inançtır. Güneş'in kendilerine ısı ve ışık sağladığını gören insanlar, bu durum karşısında varlıklarını bu gökcismine borçlu oldukları zannına kapılmışlar ve Güneş'i ilahlaştırmışlardır. Bu sapkın inanç, tarihte pek çok toplumu Allah'ın hak dininden uzak tutmuştur. Kuran'da bu konuya değinilir ve Hz. Süleyman devrinde yaşayan Sebe Halkı'nın Güneş'e taptıkları şöyle anlatılır:
Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye. (Neml Suresi, 24-25)

kustuyleri
Güneş'e tapmak, geçmişteki birçok topluluğun inancını oluşturuyordu. Bugün ise evrimciler, Güneş'e tapan kavimlerde olduğu gibi, canlılığın oluşmasını Güneş'e borçlu olduğumuzu düşünürler. Hatta bazıları atalarının Güneş'e tapıyor olmasını son derece akılcı bir inanç olarak değerlendirecek kadar ileri gitmişlerdir.
Dikkat edilirse, insanların Güneş'e tapmaları, tam bir cehaletin ve akılsızlığın sonucudur. Güneş'in dünyaya ısı ve ışık ulaştırdığı doğrudur, ancak bunun için şükredilmesi gereken varlık, Güneş'i yaratmış olan      Allah'tır. Güneş, hiçbir şuuru olmayan bir madde yığınıdır ve bir zamanlar yok iken, Allah onu yoktan yaratmıştır. Gelecekte bir gün de yakıtı tükenecek ve sönüp gidecektir. Belki bundan önce Allah Güneş'i yok edecektir. Allah, Güneş'i de, tüm diğer gökcisimlerini de yoktan yaratmıştır ve dolayısıyla tüm bu varlıklar nedeniyle övülüp yüceltilmesi gereken Allah'tır. Bir ayette bu gerçek şöyle açıklanır:
Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Siz Güneş'e de, Ay'a da secde etmeyin. Alah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz. (Fussilet Suresi, 37)
darwin
Carl Sagan ve Güneş'e tapmayı tavsiye ettiği kitabı Cosmos
İlginç olan, günümüzün evrimcilerinin de eski Güneş dinlerinin temel inancını tekrarlayarak, varlıklarını Güneş'e borçlu olduklarını savunmalarıdır. Evrimci kaynaklara bakıldığında, dünya üzerindeki tüm canlılığın kaynağının Güneş olarak gösterildiği görülür. Evrimcilere göre Güneş'ten gelen ışınlar, dünya üzerindeki ilk canlılığın başlamasını sağlamıştır. Daha sonraki canlı türlerini oluşturan da yine Güneş enerjisi ve Güneş ışınları nedeniyle oluşan mutasyonlardır. Evrimcilerin bu konudaki yaklaşımını en iyi özetleyen kişi ise, ünlü Amerikalı ateist, din düşmanı ve evrimci Carl Sagan olmuştur. Sagan,Cosmos adlı kitabında, "eğer insanlar kendilerinden büyük bir şeye tapınacaklarsa bu Güneş olmalıdır" diye yazmış ve şöyle eklemiştir: "Atalarımız Güneş'e tapıyorlardı ve bu şekilde hiç de aptalca bir iş yapmıyorlardı."18
Carl Sagan'ın hocası olan evrimci astronom Harlow Shapley ise, "bazıları başlangıçta Allah vardı diyor, ben ise başlangıçta hidrojen vardı diyorum" sözüyle tanınmaktadır. Yani Shapley, var olan tek şeyin hidrojen olduğuna ve bu gazın zaman içinde kendi kendine insanlara, hayvanlara, ağaçlara dönüştüğüne inanmaktadır.
Dikkat edilirse, tüm bu saçma evrimci fikirlerin temelinde, maddi varlıkların ve doğanın ilahlaştırılması inancı yatmaktadır. Evrimcilerin dini, maddeye ve doğaya tapınmaktır.
Akıl sahibi insan ise, evrenin ve doğanın cansız ve şuursuz maddelerin bir eseri olmadığını, aksine gördüğü her detayda olağanüstü bir akıl, plan ve sanat bulunduğunu anlar. Böylelikle Allah'ın varlığını ve muhteşem yaratışını kavrar. Ancak günümüzde çoğu insan, bu gerçeğe karşı kördür ve maddeye tapınmaya devam etmektedir. (Allah’ı tenzih ederiz.) Çünkü, Sebe Halkı örneğinde olduğu gibi, "... şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur. Bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 24)

Tüm Batıl Dinler Allah'ı İnkar Etme Sapkınlığına Düşer

darwin
Budistler, kendi elleriyle yonttukları Buda heykellerini ilah edinirler. Onların kendilerini duyduğunu ve gördüğünü zannederler.
 
Yukarıda saydığımız evrimci anlayışa sahip batıl dinlerin yanında Konfiçyüsçülük, Taoizm, Budizm de evrimci bir din anlayışı üzerine kuruludur. Diğer tüm batıl ve pagan dinler gibi bir Yaratıcı inancını reddeden Budist inancına göre de evren yaratılmamış, evrimleşmiştir. Bunun yanı sıra günümüzün Budizm'i de aynı evrimci anlayışı kabul etmektedir.19 
Görüldüğü gibi bu batıl ve akıl dışı inanışlar Darwinizm dininin temel inançları ile de çok büyük paralellikler göstermektedir: Bir Yaratıcının varlığının inkarı (Allah’ı tenzih ederiz), canlılığı tesadüfen meydana getiren ilk maddenin genelde su ya da deniz olduğu, canlıların cansız maddelerden tesadüfler sonucu evrimleşerek var oldukları ve diğer canlı türlerini oluşturdukları, canlıların başıboş tesadüfler sonucu oluştukları...
Batıl dinlerin temelini oluşturan bu inançların geçersizlikleri geçtiğimiz 20. yüzyıl içinde bilimsel gelişmelerle birlikte birer birer ortaya konmuştur. Bugün hiçbir tarafsız bilim adamı yukarıda saydığımız bu maddeleri savunmamaktadır. Çünkü bilimin ortaya koyduğu gerçek canlıların üstün bir akıl ve kusursuz bir plan sonucu yaratıldıkları gerçeğidir. Bazı ateist bilim adamlarının bu gerçeği kabul etmemelerinin nedeni ise bilimsel bir kaygıdan ziyade, yukarıda da izah ettiğimiz bağnaz yaklaşımdır. Amerika'da bilim adamları arasında giderek yaygınlaşan ve "yaratılış gerçeğini" savunan akımın önde gelen isimlerinden biri olan Amerikalı biyokimyacı Michael J. Behe'nin de ifade ettiği gibi;"… Bilinçli bir düzeni kabul etmek, onlara ister istemez Allah'ın varlığını kabul ettirmeyi çağrıştırmaktadır."20 
Evrimci zihniyetin asla kabul edemeyeceği gerçek, Allah'ın varlığı ve evreni bir amaçla, kusursuzca yarattığıdır. Oysa bir an olsun düşünmek bu apaçık gerçeği anlamak için yeterli olacaktır. Nitekim Allah Kuran'ın birçok ayetinde insanları yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeye ve bu varlıklardan ibret almaya çağırmaktadır:
darwin
Evrimcilerin tesadüf iddiasını yıkan ve doğada bir düzenin var olduğunu bilimsel delilleriyle ortaya koyan bilim adamı Michael Behe bir konferans sırasında.
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)
Ayetlerde bildirildiği gibi çevrelerini saran sonsuz sayıdaki yaratılış delillerini inceleyip, vicdanlarının sesini dinleyerek inkarcı ve bağnaz bakış açısından kendini kurtaran bilim adamları ise, Allah'ın varlığını kabul etmekte hiç tereddüt etmemektedirler. Ama bu anlayışın etkisinden kendilerini kurtaramayan Darwinistler putperest kültürlerden kalma garip itikatlara hala itibar edebilmekte, dahası bunu akıl ve bilimin bir gereği gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

Evrim Dininin İlk Tohumlarını Putperest Yunanlı Düşünürler Attılar

darwin
Empedokles
 
Önceki bölümde de vurguladığımız gibi son bir buçuk asırdır insanlara bilimsel bir gerçek olarak sunulan Darwinizm dininin kökenleri, maddeci Yunan felsefecilerinin batıl inançlarına kadar uzanmaktadır. Yani bu teori ilk ortaya atıldığında herhangi bir bilimsel gözlem, araştırma ya da deneye ihtiyaç duyulmamış, sadece eski batıl dinlerden bugüne gelen dinsel sürecin izleri takip edilmiştir. Bunun en önemli delili fizik kurallarından, biyolojiden, kimyadan habersiz olan pek çok Yunanlı din felsefecisinin de Darwin'in kuramıyla birebir örtüşen bir evrim inancına sahip olmalarıdır. Aradan binlerce yıl geçmiştir, ama evrimci bakış açısında herhangi bir değişim olmamıştır. Evrimci düşünce, tarih boyunca tüm inkarcı ve maddeci felsefelerin belkemiği olmuştur.
Darwinizm'in fikri öncüleri, Miletli Yunan felsefecileridir. Thales, Anaximenderes ve Empedokles gibi söz konusu felsefecilerin en önemli özellikleri, canlı varlıkların yani insan, hayvan ve bitkilerin hava, ateş ya da su gibi cansız maddelerden kendiliğinden oluştuklarını iddia etmeleridir. Bu batıl teorilerine göre ilk canlılar suda ve birdenbire, kendiliğinden ortaya çıkmış, bazı hayvanlar zaman içinde suyu terk etmiş ve karaya uyum sağlamışlardır.
darwin
Üstte: Canlıların sudan kendi kendilerine oluşabileceklerini savunan Thales
Altta: Mısırlıların, Nil Nehrini koruduğuna inandıkları hayali tanrı
Milet Okulu'nda öncelikli olarak üzerinde durulması gereken düşünür, Thales'tir. Thales bir sahil kentinde yaşamış, çok uzun süre Mısır'da bulunmuş ve Nil'in insan yaşamı üzerindeki hayati öneminden çok etkilenmiştir.21 Bu nedenle de canlıların sudan kendiliklerinden oluşabildikleri düşüncesine kapılmıştır. Thales bu sonuca sadece basit mantık yürütmeler ve çıkarımlar sonucunda ulaşmıştır. Herhangi bir deney veya bilimsel bir gözlem yapmamıştır. Yani herhangi bir bilimsel dayanağı yoktur. Daha sonra gelen Milet'li felsefeciler de kuramlarını aynı mantıklar üzerine kurmuşlardır.
Thales'den sonra karşımıza çıkan bir diğer düşünür, onun bir öğrencisi olan Anaksimenderes'dir. Onun batı düşünce hayatına soktuğu iki büyük maddeci anlayış vardır. Bunlardan birincisi evrenin sonsuzdan gelip, sonsuza gittiği, ikincisi ise Thales döneminde yavaş yavaş şekillenmeye başlayan canlıların birbirlerinden evrimleştikleri fikridir. Hatta "Doğa" ismini taşıyan klasik şiiri, evrim teorisinin anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Anaksimenderes bu şiirinde hayvanların, güneş ışığıyla buharlaşan bir balçıktan meydana  geldiğini yazmıştır. İlk hayvanların dikenli ve pullu kabuklara sahip olduğunu ve denizlerde yaşadığını düşünmüştür. Bu balığa benzeyen yaratıklar daha sonra değişim geçirmiş, karaya geçmiş, pullu kabuklarını dökmüş ve insana dönüşmüştür.22 Anaksimenderes'in evrim teorisine nasıl bir temel oluşturduğu ise felsefe kitaplarında şu şekilde tarif edilir:
… Başlangıçta tüm yaratıklar, suda yaşayan varlıklardı. Sonradan suların çekilmesi, kara parçalarının oluşması ile bu sularda yaşayan yaratıklar karada yaşayan canlılar biçiminde değişim geçirdi. Bu teori, evrim teorisinin ilki ya da başlangıcı sayılabilir.23
Anaksimendres'inkine çok benzer açıklamalara başka bir kaynakta daha rastlarız: Charles Darwin'in"Türlerin Kökeni" isimli kitabı. Darwin'in bilimsellik iddiasıyla ortaya attığı evrim teorisi ile Eski Yunan'ın pagan kültürü içinde yaşamış olan Miletli felsefecilerin anlatımları arasında hiçbir temel farklılık bulunmamaktadır.
Darwin'in teorisinin en önemli unsuru olan "doğal seleksiyon" kavramı da yine Eski Yunan kökenlidir. Doğal seleksiyonun türler arasında bir yaşam savaşı olduğu teziyle ilk karşılaştığımız kişi Yunan felsefeciHeraklit'dir. Heraklit'e göre canlılar arasında süregelen bir çatışma vardır. Bu bir anlamda, Darwin'in yaklaşık 2500 yıl sonra oluşturduğu doğal seleksiyon kuramının kökenidir.
Thales ve Anaksimederes'den daha sonraları yaşamış olan Empedokles (İÖ. 495-435) ise su, hava, ateş ve toprağın değişik oranlarda ve tesadüfler sonucu birleşerek, yeryüzünde var olan herşeyi meydana getirdiklerini söylemiştir. Evrim teorisinin felsefi kökenlerini sorgulayan Philosophical Origins of Evolutionisimli kitabın yazarı olan David Skjaerlund, Empedokles'in ilginç bir düşüncesini dile getirir. Bu yazarın bildirdiğine göre Empedokles, "İnsanın evvelki bitki yaşamından gelişmiş olduğunu ve bu sürecin gerçekleşmesinde tek sorumlu etkenin tesadüf olduğunu" söylemektedir.24 Eski dinlerde dikkat çekilen bu"tesadüf" kavramı Darwinizm dininin en temel inancını, hatta en önemli putunu, oluşturmaktadır. Tüm canlıları var eden, onların geleceklerini planlayan bu şuurlu putla ilgili ayrıntıları kitabın ilerleyen bölümlerinde inceleyeceğiz.
kustuyleri
Demokritos da günümüz materyalistleri gibi, maddenin ezeli olduğu ve maddeden başka bir varlık bulunmadığı yanılgısına sahipti.
Evrim teorisine ve bu teoriyi kendine temel alan maddeci felsefelere önemli bir katkı da bir başka Yunanlı düşünürden, Demokritos'dan gelmiştir. Demokritos'a göre evren atom denen küçük parçalardan oluşmuştur ve maddenin dışında hiçbir varlık yoktur. Ona göre atomlar başlangıçtan bu yana vardırlar, ne var olmuşlardır, ne de yok olacaklardır. Maddenin ezelden geldiğini ve ebediyete gideceğini savunan Demokritos her türlü manevi inancı reddeder ve ahlak dahil her türlü manevi değerin de atomlara indirgenebileceğini savunur. Bu düşünceleriyle gerçek anlamda ilk materyalist felsefeciolarak tanımlanan Demokritos, evrende hiçbir amaç olmadığını, herşeyin kör bir zorunluluk içinde hareket ettiğini iddia etmektedir ve  ona göre herşey kendi kendine oluşmuştur. Bu saydıklarımız bize yine günümüz evrimcilerinin sahte ilahlarını, yani şuursuz atomlarını hatırlatmaktadır.
kustuyleri
Evrimciler tesadüfler sonucu atomların oluştuğunu ve bunların da tüm evreni oluşturduğunu iddia ederler. Yani şuursuz atomların bir bölümü yıldızları, gezegenleri, Dünya'yı, başka bir bölümü bütün canlıları; kuşları, atları, kelebekleri, gülleri, çilekleri  oluşturmuşlardır. Başka şuursuz atomlar da gözü, kalbi, sindirim sistemi, beyni ve bütün kusursuz vücut  sistemiyle birlikte insanı oluşturmuşlardır. Sonra bu insan profesör olmuş ve kendisini yaratan atomları incelemeye başlamıştır. Böyle bir iddianın inandırıcılığının olmadığı, akılcılık ve bilimsellikten uzak olduğu çok açıktır. Rabbimiz tüm evreni ve evrendeki bütün canlıları üstün ilim ve kudretiyle, kusursuz bir şekilde var etmiştir.

darwin
Yunan Felsefeci Aristo'nun Scala Naturaeadını verdiği tezi, günümüz evrimcilerine ilham kaynağı olmuştur.
Evreni, dünyayı, nefes aldığımız havayı, yediklerimizi, içtiklerimizi, bedenimizi, kısacası gözümüzle algıladığımız her ayrıntıyı oluşturan bu şuursuz atomlar, daha önce de belirttiğimiz gibi Darwinist teoride çok önemli bir yer tutarlar. Bilindiği gibi tüm canlılar karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin atomlarından oluşmaktadır. Dolayısıyla insan da bu atomlardan meydana gelmektedir. Darwinizm ise bu atomların şuursuz tesadüfler sonucu biraraya geldiklerini iddia eder. Bu saçma iddiaya göre sebebi belli olmayan bir gücün etkisiyle çeşitli atomlar oluşmuş, daha sonra bu atomlar tesadüfen biraraya gelerek yıldızları, gezegenleri yani tüm gökcisimlerini meydana getirmişlerdir. Daha sonra yine aynı atomların tesadüfi şekilde biraraya gelmesi ile son derece kompleks yapıda canlı bir hücre oluşmuş, sonra da atomlardan oluşan bu canlı hücre sözde bir evrim süreci geçirerek son derece olağanüstü sistemlere sahip canlıları ve en son aşamada da son derece şuurlu olan insanı meydana getirmiştir. Bu sapkın inanca göre tamamıyla tesadüfler sonucu olan insan, yine tesadüfler sonucu oluşan aletlerle, örneğin bir elektron mikroskobuyla kendisini oluşturan atomları keşfetmiştir. İşte Darwinizm'in bilimsel bir tez olarak öne sürdüğü tam olarak budur.
Bu durumda evrim teorisi, açıkça her bir atomu, sözde yaratma gücüne sahip birer "ilah" olarak kabul etmektedir. Akıl ve bilinç sahibi insanı oluşturan atomların kendilerine ait bir şuurları ve iradeleri yoktur. Ama evrimciler her nasılsa bu cansız atomların biraraya gelip, örneğin bir insanı meydana getirdiklerini, sonra da bu "atomlar topluluğu"nun okumaya, üniversite bitirmeye karar verdiğini iddia etmektedirler. Oysa tüm deneyim ve gözlemlerimiz, bilinçli bir düzenleme olmadıkça maddenin asla kendi kendini organize edemeyeceğini, aksine bozulmaya ve düzensizliğe doğru gideceğini göstermektedir. Bu nedenle de, evrende var olan hiçbir şeyin bir rastlantı sonucu oluşmadığı, üstün bir şuur ve iradenin varlığıyla hayat bulduğu açık bir gerçektir. Gerek insanın gerekse doğanın her ayrıntısında çok büyük bir aklın ve ilmin ispatı görülmektedir. İşte bu ilmin ve aklın sahibi, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.
Üstte saydığımız  felsefecilerin yanı sıra Darwinizm dinine asıl önemli katkı, Yunan felsefeci Aristo'dan gelmiştir. Aristo'ya göre türler basitten karmaşığa doğru giden bir hiyerarşiye sahiptir ve tıpkı bir merdivenin basamakları gibi doğrusal bir çizgi üzerinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine Scala Naturaeadını verir. İşte Aristo'nun bu fikri 18. yüzyıla kadar batı düşünce hayatını çok derinden etkileyecek ve daha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüşecek olanBüyük Varoluş Zinciri –Scala Naturae- inancının da kökenidir.
kustuyleri
MATERYALİST YUNAN ve ROMA FELSEFESİNİN
ASTRONOMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Putperest Yunan ve Roma felsefecilerinin ortaya attığı materyalist görüşler, yalnızca evrim teorisine değil, aynı zamanda materyalist evren anlayışına ve astronomi görüşüne de yol açmıştır. 19. yüzyılda astronomi bilimine hakim olan "evren sonsuzdan beri vardır" şeklindeki yanlış inanış, eski Yunan ve Roma mitolojisinden kaynaklanan materyalist bir dogmadır. (Oysa 20. yüzyılda kabul gören Big Bang teorisi ile birlikte evrenin bir başlangıcı olduğu, yani yoktan yaratıldığı anlaşılmıştır.)
Eski Yunan'ın ve Roma'nın putperest kültürünün astronomi üzerindeki etkisi, sembolik bazı kavramlarla da açıkça anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse başta gezegenler olmak üzere gökcisimlerine verilen adlar, hep Yunan ve Roma mitolojisinden alınmıştır. Merkür, putperest Yunan ve Roma dininde "ticaret tanrısı"dır. Venüs, putperest Yunan ve Roma dininde "aşk tanrıçası"dır. Yine putperest Yunan ve Roma dininde Mars "savaş tanrısı", Jüpiter "büyük tanrı", Satürn "tarım tanrısı", Uranüs "gök tanrısı", Neptün "deniz tanrısı" ve Pluton ise "ölülerin ve yeraltının tanrısı"dır. Andromeda galaksisinin ismi ise, yine Yunan mitolojisinde sözde "deniz tanrısı Poseidon" tarafından öldürülmeye çalışılan Etiyopya prensesi "Andromeda"dan gelmektedir.
Açıkça görüldüğü gibi, astronomi bilimindeki kavramlar, doğrudan putperest Yunan ve Roma dininden alınmış batıl inançlara dayanmaktadır. Bu, sebepsiz ya da tesadüfi bir durum değildir. Materyalist felsefe eski Yunan kaynaklı olduğu için, materyalist bilim adamları kurdukları materyalist astronomi anlayışına eski Yunan ve Roma efsanelerinden ilham bulmuşlardır.  Ancak başta da belirttiğimiz gibi, bu astronomi anlayışının temelini oluşturan ve 18. ve 19. yüzyıllarda hararetle savunulan "sonsuz evren" inancı, 20. yüzyılın bilimsel bulgularıyla çökmüştür. Evrenin yaratılmadığı (Allah’ı tenzih ederiz) sonsuzdan beri var olduğu zannının, aynı Yunan ve Roma efsanelerindeki sözde "tanrılar" gibi saçma bir batıl inanış olduğu ortaya çıkmıştır.  Gerçekte tüm evren, içindeki tüm gökcisimleri ve en ufak parçasına kadar tüm maddeler, Allah tarafından yoktan yaratılmıştır.

Eski Pagan Kültürlerden Günümüze Uzanan Batıl Bir İnanç:
Büyük Varoluş Zinciri

Darwinizm dininin temelini oluşturan tüm canlıların cansız maddelerden evrimleşerek geliştiği inancı ile, ilk olarak "Büyük Varoluş Zinciri" (Great Chain of Being) adı altında Yunanlı felsefeci Aristo'nun anlatımlarında karşılaşırız. Büyük Varoluş Zinciri evrimsel bir inanıştır ve Allah'ın varlığını inkar eden felsefeciler tarafından çok rağbet görmüştür.
Yunan kökenli, ilk canlının sudan ortaya çıktığı şeklindeki inanış, zaman içinde kendi kendine üreme kavramına, oradan da Büyük Varoluş Zinciri inancına dönüşmüştür. 2000 yıl boyunca kabul gören Scala Naturae'ye göre canlılar kendiliğinden oluşmuştur ve herşey minerallerden organik maddeye, canlılardan, hayvanlara, oradan bitkilere ve insanlara, buradan da sözde "tanrılara" evrimleşmiştir. Yeni organlar da bu akıl dışı inanca göre doğanın ihtiyacına göre kendiliğinden oluşmaktadır. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, aksine tüm bilimsel gerçeklerle çelişen, sadece soyut mantık yürütmeye dayanan bu inanışın bu kadar uzun bir dönem kabul görmesinin nedeni ise bilimsel değil, daha ziyade ideolojiktir. Önceki bölümlerde ifade ettiğimiz Allah'ın varlığını inkara dayalı bağnaz yaklaşım, bu batıl inancın ayakta kalmasını sağlamıştır. Bu nedenle de söz konusu inanış sürekli isim değiştirmiş, eklemeler yapılmış ve son olarak da "evrim teorisi" adıyla öne sürülmüştür.
philip
Büyük Varoluş Zinciri ilk başlarda tamamen felsefi bir görüş olarak ortaya atılmıştır ve herhangi bir bilimsellik iddiasında da bulunmamıştır. Ancak canlıların oluşumuna Yaratılış gerçeği dışında sözde bir cevap bulmaya çalışanlar için Büyük Varoluş Zinciri adeta bir can simidi olmuştur ve  bu amaçla da bilimsel bir havaya sokulmuştur. Herhangi bir mantıksal süreç izlemeyen, sadece canlıların büyüklüklerine göre oluşturulan bu zincire göre tüm organizmalar açısından doğrusal bir süreklilik söz konusudur. Yani sürekli bir ilerleme ve gelişme vardır. Ancak ortaya atılan bu ilerleme iddiasında tek dayanak amatör ve yüzeysel gözlemlerdir. Ortada ne bir deney ne de herhangi bir bulgu vardır. Bu safsataya göre küçük canlılar aşama aşama büyük canlılara dönüşmektedir. Örneğin bir böcek zaman içinde kendisinden daha büyük başka bir canlıya, bir köpek ise at ya da zebra gibi bir canlıya dönüşmektedir. Bu saçma inanışa göre zincir içinde her canlının bir yeri vardır. Örneğin taş, metal, su ve havadan canlılara, canlılardan hayvanlara, hayvanlardan insanlara geçiş sırasında herhangi bir kopukluk söz konusu değildir.
Ancak şunu önemle tekrarlamalıyız ki; bu sıralama yapılırken bunun bilimsel açıdan olabilirliği hiç hesaba katılmamıştır. Canlıların fiziksel özellikleri, cansız maddeden canlıya geçişin nasıl olduğu, su canlılarının karaya nasıl uyum sağlayabilecekleri hiç düşünülmemiştir. Günümüzde evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluşturan ve türler arasındaki geçişleri göstermesi gereken ara formlar, bu zincir içinde kesinlikle dile getirilmemiştir. Buna göre cansız bir madde bir anda, tesadüfen bir canlıya dönüşmekte, bir deniz hayvanı aniden, hiçbir sebep yokken bir kara canlısı olmaktadır. Bu canlıların birbirlerine nasıl dönüştüğü ise büyük bir muammadır. Çünkü bu zincir bilimsel bir gözlemden ziyade, soyut ve yüzeysel bir mantık yürütmedir; yani ilkçağ felsefecilerinin masabaşında oturup hiçbir bilimsel araştırma yapmadan ortaya attıkları bir masaldan ibarettir.
kustuyleri
Üstte: Temeli Aristo'ya dayanan Büyük Varoluş Zinciri görüşüne göre, canlıların en küçükten en büyüğe doğru evrimleştiği iddia edilir. Oysa bugün bilim, bu iddianın geçersiz olduğunu, canlılar arasındaki benzerliklerin evrime delil olmadığını, yukarıda resimlerini koyduğumuz canlıların da, diğer canlıların da birbirlerinden evrimleşmediğini, aksine tümünün oldukları halleriyle yaratıldıklarını ortaya koymuştur. (Bkz. Darwinizm’in Bilimsel Çöküşü bölümü)
Altta: Evrimcilerin sözde sudan karaya geçifl hikayesini temsil eden bir resim.
Ancak tüm bu mantıksızlığa rağmen Aristo, bu doğrusal merdivenin en üstüne insanlardan evrimleşen sapkın bir Tanrı anlayışını koymuştur, ve herşeyi yoktan var eden Allah'ın varlığını reddetmiştir. Aristo bu sapkın çıkarımıyla maddeci Yunan felsefecilere çok büyük bir etkide bulunmuştur. Scala Naturae'nin batı düşünce dünyasına girmesi ise Hümanizm akımı ve Rönesans'la birlikte oldu. 15. yüzyılın başlarında eski Yunanca ve Latince eserlerin Avrupa'ya kaçırılması ile birlikte, Yunanlı maddeci ve pagan felsefelere sözde temel teşkil eden bu metinler de Batı felsefe ve düşünce dünyasına girdi. Bu metinlerde ilk dikkati çeken şey Allah'ın varlığını inkar eden, maddeci bir anlayışın hakim olmasıydı. Bu inkarcı düşünceye göre, insan kendini ve içinde bulunduğu dünyayı denetleme gücüne sahipti ve ölümden sonra bir başka yaşam olduğu inkar ediliyordu. İşte Büyük Varoluş Zinciri de bu inkarcı inancın temelini oluşturuyordu. Bu sapkın teoriye göre, insanlar tesadüfler sonucu ve evrimsel bir süreç sonucunda oluşmuşlardı ve bir madde yığını olmaktan başka bir özellikleri bulunmamaktaydı. Yine aynı batıl teoriye göre, ahlaki değerlerin, insani duyguların hiçbir önemi yoktu ve insan sadece yaşadığı günün tadını çıkarmalıydı, kendini hiçkimseye karşı sorumlu hissetmemeliydi. Bunun yanısıra Aristo'nun Scala Naturae'sindeki Tanrı anlayışı da zaman içinde yok olmuş, Hümanizm akımıyla birlikte en üstün varlık mertebesine insan konmuştu. (Allah'ı tenzih ederiz.) 
philip
Pierre de Maupertuis
İşte günümüzdeki materyalist ve ateist felsefelerin temelini oluşturan evrim teorisiyle, eski pagan maddeci felsefelerin hayat kaynağını oluşturan Scala Naturae arasında bu derece önemli bir paralellik söz konusudur. Bugün materyalizm evrim teorisiyle hayat bulurken, geçmişteki maddeci anlayış Büyük Varoluş Zincirini kendine sözde temel dayanak almaktaydı.
Büyük Varoluş Zinciri Rönesans'tan 18. yüzyıla kadar olan dönemde oldukça popülerdi ve dönemin maddeci bilim adamları üzerinde çok derin izler bırakmıştı. Özellikle de Darwinizm dininin kurucusu olan Charles Darwin üzerinde çok fazla etkisi olan Benoit de Maillet, Pierre de Maupertuis, Comte de Buffon ve Jean Baptiste Lamarck gibi Fransız bilim adamları Yunanlılardan gelen Büyük Varoluş Zinciri anlayışını sahiplenmişlerdi. Bu kişiler kendi bilimsel araştırmalarını da bu evrimci anlayış üzerine kuruyorlardı. Bu bilim adamlarının en önemli özellikleri, Allah'ın farklı canlı türlerini ayrı ayrı yaratmadığını, doğa şartlarına göre kendi kendilerine değişim geçirip evrimleşerek ortaya çıktıklarını savunmaları, yani Darwin'inkine benzer bir evrim modeli oluşturmalarıydı. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu nedenle de modern evrimciliğin Darwin'in İngilteresi'nden ziyade Fransa'da doğduğunu söyleyebiliriz.
darwin
Buffon ve eski pagan efsanelerden esinlenerek hazırladığı 44 ciltlik kapsamlı calışması Histoire Naturelle
Söz konusu Fransız evrimcilerden Comte de Buffon 18. yüzyılın en tanınan bilim adamlarından biriydi. 50 yıldan fazla bir süre Paris'teki kraliyete ait Botanik bahçelerinin müdürlüğünü yürüttü. Darwin, teorisinin pek çok yönünü Buffon'un eserlerine dayandırmıştı. Buffon'un 44 ciltlik kapsamlı çalışmasıHistoire Naturelle'de Darwin'in kullanacağı öğretilerin çoğuna rastlamak mümkündü.
Büyük Varoluş Zinciri ise gerek Buffon'un gerekse Lamarck'ın evrimci sistemleri için başlangıç noktası teşkil etmişti. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Olroyd, bu ilişkiyi şöyle tanımlamaktadır:
Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffon kendisini "Büyük Varoluş Zinciri" doktrininin yorumlayıcısı olarak açıklamaktadır… Lamarck ise eski Büyük Varoluş Zinciri doktrininin yeni bir versiyonunu savunuyordu… Fakat bu zincir katı, durağan bir yapı gibi kabul edilmiyordu. Ortamın ihtiyaçlarını karşılamak için mücadeleleriyle ve "kazanılmış özelliklerin sonraki nesle aktarılması" prensibinin yardımıyla organizmalar zincirin yukarılarına doğru yavaşça hareket edebiliyorlardı. Başka bir deyişle mikroptan insana doğru… Ayrıca zincirin en altında, spontane jenerasyon (ani oluşum) yoluyla inorganik (cansız) maddeden ortaya çıkan yeni yaratıklar sürekli olarak beliriyordu. Zincirin yukarısına doğru sürekli olarak kompleksleşen bir süreç işliyordu…25
Görüldüğü gibi bugün "evrim teorisi" dediğimiz kavram, gerçekte eski bir Yunan efsanesi olan Büyük Varoluş Zincirinin günümüze taşınmasıyla doğmuştu. Darwin'den önce de birçok evrimci vardı ve onların evrimci fikirleri ve sözde delillerinin çoğunun orijinali Büyük Varoluş Zinciri'nde zaten yer alıyordu. Buffon ve Lamarck'la birlikte Büyük Varoluş Zinciri yeni bir kılıfla bilim dünyasına sunuldu, oradan da Darwin'e etki etti.
philip
Üstte: Jean Baptiste Lamarck
Solda: Loren Eiseley
Gerçekten de Darwin bu kavramdan oldukça etkilenmiş, hatta teorisini bu ana mantık üzerine kurmuştu. Loren Eiseley, Darwin's Century isimli kitabında Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabının pek çok bölümünde 18. yüzyılın bu varoluş merdiveninden mantıklar kullandığını, özellikle de organik maddelerin zorunlu olarak mükemmelliğe doğru ilerledikleri fikrinin buradan doğduğunu vurguluyordu.26 
Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimsel bir teori ortaya atmamıştı. Darwin'in yaptığı, kökleri eski Sümer'deki putperest efsanelere dayanan ve asıl eski Yunan'ın pagan inançları içinde gelişen bir batıl inancı, çağdaş bilimsel terimleri kullanarak ve çarpıtılmış bir kaç gözlemle destekleyerek yeniden ifade etmekten başka bir şey değildi. Bu batıl inanç, önce 17. ve 18. yüzyılda yaşamış pek çok bilim adamı tarafından yeni eklemelerle zenginleştirildi, sonra da Darwin'inTürlerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel" bir görüntü kazanarak bilim tarihinin en büyük yanılgısı olarak ortaya çıktı.
Günümüzdeki evrimciler de, hala kendilerini "Tabiat Ana" dedikleri hayali bir "doğa tanrısı"nın yarattığına körü körüne inanmaktadırlar. (Allah'ı tenzih ederiz.) Yani Eski Sümer'de veya Eski Yunan'da yaşayan ve kendi kafalarında oluşturdukları hayali ilahlara tapınan paganlarla aynı anlayışsızlık, akılsızlık ve cehalet içindedirler. Nitekim kitabın başından beri ifade ettiğimiz tüm bu batıl inançların ne kadar akıl dışı olduğunu anlamak için insanın aklını kullanarak çevresine bir göz gezdirmesi dahi yeterlidir. Göz gezdirdiği zaman her ayrıntıda bir güzellikle, üstün bir sanatla ve yaratılışla karşılaşacaktır. Ve bu üstün yaratılışın kör tesadüflerle, hayali ve uydurma varoluş zincirleriyle, hiçbir şeye güç yetirmeyen putlarla, ilkel çorbayla ya da şimşeklerle oluşamayacağını anlamak için de yine akıl ve sağduyu yeterlidir. Buna rağmen Allah'a iman etmeyen insanların sahip olduğu inkarcı zihniyet, Kuran'da şu şekilde tarif edilmektedir:
Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. (Araf Suresi, 132)
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, Mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Allah'ın varlığını inkarda direten insanlar, ayetler de bildirildiği gibi apaçık bir cahillik içindedirler. Bu mantıktaki insanlar her türlü batıl inancı, her türlü saçma teoriyi kabul ederler ama hak olan gerçekleri kabul etme konusunda direnirler. Bilimsel ve mantıksal gerçeklere değil, nefislerinin kendilerini sürüklediği hayali senaryolara inanmayı tercih ederler. Nitekim ilkçağlardan günümüze kadar varlığını sürdüren evrim inancı da bu inkarcı zihniyetin bir sonucudur. Ancak şunu da hatırlatmalıyız ki bu zihniyet her zaman var olacaktır; bu, Allah'ın bir kanunudur. Allah Kuran'da bu insanların varlığını şöyle haber vermiştir:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

DİPNOTLAR

14- Evrim Teorisinin Çöküşü ve Yaratılış Gerçeği Konferansı, 4. Nisan 1998, Prof. Dr. Kenneth Cumming'in konuması
15- Osman Gürel, Yaşamın Kökeni, Pan Yayıncılık, Ekim 1999, s. 4
16-http://buglady.clc.uc.edu/biology/bio106/earlymod.htm
17- David L. Johnson, A Reasoned Look at Asian Religions, Minneapolis, Bethany House, 1985, s. 87-88
18- Carl Sagan, Cosmos, New York: Random House, 1980, s. 243
19- Henry M. Morris, The Long War Against God, Baker Book House, 1996, s. 220- 224
20- Michael J. Behe, Darwin's Black Box, Free Press, 1996, s. 159
21- Ord. Prof. Ernst von Mayer, İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, , s. 19)
22- http://buglady.clc.uc.edu/biology/bio106/earlymod.htm
23- Ord. Prof. Ernst von Mayer, İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, , s. 24-25
24- David Skjaerlund, Philosophical Origins of Evolution, http://www.forerunner.com/forerunner/X0742_Philosophical_origin.html)
25- D. R. Oldroyd, Darwinian İmpacts, Atlantic Highlands, N. J Humanities Press, 1983, s. 23, 32
26- Loren Eiseley, Darwin's Century, s. 283